30 Eylül 2012 Pazar

Düşen Yağmur Senin Sesin...


Yer yüzüne düşen bir yağmur senin sesinde. Senin sesinin büyüsünde bir yangın işte bu aşk dediğim içimde. Zaman öyle ansızın geçmişti ki bütün öykülerinden arınmış hiç kimse idim şimdi. Tanrısal düşlerden güne düşen bir parıltı, bir de güne düşen ayrılık bu gecenin saatlerinde yalnızlığımın diğer adıydı. Hangi yana baksam yokluğun vardı oysa.
            Şimdi sen hangi yitirdiğin adına da sevda dediğin o düşün uzaklığında kollarına sarılıp düşlediğin o güzel bahçeli evimiz düşünde. Bahçesinde şimdi küskün ve solgun çiçekler ezgi siz yağmurların toprağa düştüğü, güneşsiz ve de karanlıkta kalmış gülümseyişlerden öte.  Hangi güvercinin suskun bakışın da senin gözyaşın. Hep böyle midir böyle ıslak, böyle acımasız, böyle özlem dolu saatlerin ince yarası kalbime ve belki de senin kalbine. Ayrı yönlere dönen yüzümüz ve de dönüşen, başkalaşan, buluşan gözlerimizin o açıklanamaz gizli hüzünleri. Hangimiz sakladık küçük umutlarımızı ya da küçük yalanlarımızı yalansız yaşarken gelincik gecelerini ve de hangimiz susmayı bilmeden konuşacaktık anlatmasını bir türlü beceremediğimiz bilemediğimiz kocaman özlemlerimizi anımsarken. Ne vakit öğrenecektik ve bütün yabancı bildiğimiz sözleri unutup sevmeye sevişmeye dalacaktık o eski bahar düşlerinin yalnızlığını sökmeyi, içimizden, kimliğimizden ve kimsesizliğimizden. Bizim olan, bize ait ne vardı ve bizim olan bize ait neden hep bir zindan karanlığında saklı kalma mecburiyetindeydi kendimizden. Kısa uykularına saldığım o çiçeksi bahar kokulu sözcüklerin mutluluğu belki de içine hangi mevsimin bilinmez bir gününün sabahında sıcacık bir öpücüğüne dönüşecekti o hep hayalimde kalan hafif aralık ve de ıslak dudaklarına

Bizi hangimizin tanrısı duyumsayıp örtecekti üstümüzü bir gece. Ellerini hiç ayırmadan göğsüme ve de yüzüme dolanan saçlarının dağınıklığında ki ve de uyku sessizliğindeki bakışların o bilinmez gizeminde, sıcaklığında, yakıcılığında bir yangın gibi içimdeki gibi ben sana seni, yalnız seni, nasıl ve neden sevdiğimi sunacaktım sevgiyi anlatan bütün dillerde. Yağan  yağmurun sesinde. Paylaştıklarımız gecenin örtüsüne gizlenmekten vazgeçecek miydi o ayrı ayrı uyuduğumuz soğuk gelen dikensi yatakların uzaklığından, bizsizliğinden kurtulup biz olmaya çırpınan gecelerde. İnce bir yağmur yağmalı bu gece, ıslanmalıyım. Upuzun bir gece olmalı, ağlayabildiğim kadar uzun, yağmurlu ve karanlık. Saklamak zorunda kalmadan göz yaşlarımı. Sesinin olmadığı her an hüzündür aslında ve birazda  saklı kalan. Sana duyulan kocaman bir aşktır aslında gecede dökülen gözyaşı.
Sarıl biraz üşüyorum. Bir yağmur yağmalı bu gece, düşen her damla bana senin sesin...

29 Eylül 2012 Cumartesi

Taş Ev Rüyaları..

Yatağın kenarında ahşap komidin üzerinde duran iki adet kahve fincanı vardı. Birinde bir yudum kalmış, diğerinden bir yudum alınmış ruj lekeli, yerçekimine inat etmeden her an düşmeye hazır gelişi güzel konulmuştu o iki fincan ahşap komidinin üzerine, rüyalara giren ayrıkı düşler gibi.. Yanyana durmaları hayal bile değilken, o gece; biri soğuk biri sıcak iki tenin elleri birleşerek hayal kurmuştu belki de taş evin o küçük odasında. Mum ışığı yüzlerini gizliyordu ve başka bir evin çatısına bakan o küçük odanın penceresi gibi küçük hayallerde kayıp olabilmek hatta hiç sabah olmasın bile diyebilmek için minik dualar bile edebilirdi erkek.. Kadın sessiz uykularında ve teni çarşaf renginde, gözleri kapalıyken bile hüzün kokuyordu soğuk teni. Erkek bir kez daha çekti o hüzün kokusunu içine ve yumdu gözlerini..

Uyandırmak istemiyordu kadını, belki de o da güzel düşlerde diye düşündü. Sabah uyanacak, sarılacak, gülümseyecek ve belki de dudaklarına minik bir öpücük konduracak diye hayal etti binpişman olmadan. Parmaklarını usulca kadının saçında gezindirdi. Sırtından beline kadar uzunca bir çizgi çizdi sonrasında parmağıyla hafifçe. Ne çok tanıyordu onu kurduğu hayallerin içinde ve ne de çok bilmiyordu hakkında belki de hiç birşeyi. Adamın canını yakan şeyleri unuttuğu bir anlık heves değildi o kadın. Her gece o soğuk tende uyumak isteyebilecek kadar arsız ve pervasız, kimliksiz, geri dönüşü olmayan düşlerin sahibiydi sadece..  

Kadın uyandı en acil nefessizliğine çare olan sigarayı yakabilmek için o yakıcı sesine kibritin. Adam kendi fincanında kalan o bir yudum soğuk boğuk ve acı tadı geçirdi boğazından. Günaydın seslenişi ikisinde de buruk ve gereksizdi. Gün ağarmıştı ama ikisinde de gece gibi bir his vardı. Utanmışlık, pişmanlık ve odadan çıktıktan sonra uzaklaşacak iki dünya. Kadının yüzü gündüze bakacak adama geceye dönecekti yüzünü. Doğruldu yatağın üzerinde. Sabahın ışığı beyaz perdeden yüzüne vuruyordu kadının. Adam öyle kal dedi. Biraz öyle kal. Bir kez daha öpmek istedi omuzlarını. Ama bir adım dahi atamadı. Utandı, yüzü kızardı. Yüzünü kızartan utangıçlığı değil kadının sessiz hayır demesiydi.Ne kadın hayır dedi ne adam duydu. Duyulan sadece adamın dudaklarında duran sigaranın yere düşen külü kadar sessiz bir hoşçakaldı dudaklardan çıkmadan sese dönüşemeden. 

Odanın kapısından çıkmadan adam kadının elini tuttu önden çıkmasına müsade etmeden. Yüzüne baktı, saçına dokunda. O güzel yüzü taşıyan boynuna götürdü dudaklarını. Kadın geri çekti kendini. Sessizlik daha da çoğaldı. Elini bırakmadı. Ahşap kapı kendiliğinden kapandı. Ahşap merdivenler gıcırdadı bu sessiz iki insanın altında. Taş evin dışında güneş yeni görünmekte yüzlerini ısıtmaktaydı ama yine de gülümseyemedi ne erkek ne kadın. Pişman hislerin hissiz kıvranışlarıyla ve de ağır adımlarla uzaklaştılar birbirlerinden. Arkasına bakmadan belki de bakamadan. Adam gözyaşı hissetti kendi soğuk yüzünde kısacık bir çizgi bıraktı elmacık kemiğine. Taş evin önünde taş sokaklarda sadece iki insanın ayak sesi ağır adımlarla..





25 Eylül 2012 Salı

Hüzün damlaları her an ....





            Teşekkürler bana geri verdiklerin için;
 
 
            Geldiğim yollar şimdi çok uzak, upuzun bir martı çığlığı gibi. Kimdin ve neydin sen. Düşlerimin hangi gecesine bir ıslık gibi düşüşün; sonra. Hiç bilmez miyim; bildiklerini ve senden bir sır gibi ve sıra yaraşırcasına gizlediklerim ve gizlediklerini.
          
  Gül saçından, gül toprağa, gecelerin yel değirmenleri yastığındaki göz yaşları, ince. Anlatacak ne dolu şeyim vardı sana ; gizlediğim ve  her anlatmak istediğimde dudaklarımı ısırdığım. Sakin bir sonbahar yağmurunu anımsatan sözlerde kalan bir elveda gibi belirsiz hoşgeldinlerin. Ve sona kalan ayrıntılar. Kır çiçeği gülüşlerin en derinlerinde saklı. Söylenmemiş, görülmemiş rengi olmayan, ama en derindeki mavide kalan. Oysa aykırıydı, geceler de olmazdı aramak kaybedilen göz yaşlarını; gecenin tam o karanlık renginde, ömrümün tüm kederli anlarında. Gizlenmek yakışmazdı sislerin arkasına ve en süslü sözlerin bakışına.
            Bir nokta.
            Şimdi desen bir yağmur yağacak gecenin gözlerinde. Yürümek bile yetmez, yıldız kayan gecelerde dar ve ara sokaklarda. Öfke dinmez. Soluğun sessizlik olur ve hep o en sevdiğin şarkının unuttuğun söylenemez sözleri gelir aklına; gözlerin dolar. Göçebe kuşlara bile bakamaz, dokunamazsın. Hangisiydi uykularını çalan masum gecelerden ve hangisiydi seni ansızın ter içinde uyandıran ve bekle beni diyen aşk; bulamazsın, sakınamazsın.
            
Sözcükler hep aşktan bir parça kokusunu almışsa, ay birikir bütün bakışlarında. Fırtına olur milyon kere; gözlerin. Ömrüm dersin, hep ömrüm. İçin acır, en derini; en derininde bir sızı.
            Şairin dediği gibi “Küstüm Çiçekleri” açar kalbinde. Sonra;
Sonrasında
            “Kendini saklama  otları” bahçende ansızın bitiverir minicik kalbinin bahçesinde.

Oyunlar oynarsın kaybolduğun masum düşlerinde..... 

Kelebeğin kanatlarına konan bir çiğ damlası gibisin.
Bırak öyküler yarım kalsın. Sessiz... 
Kendi akışında bir nehir gibi...

Vadide ki Rüzgâr


Elimi sürdüğüm her yerde derin izler kalıyor kendi içime doğru usulca açılan, çok derin izler. Kendime bir zararlıyım aslında, mayınlı bir gece soluğu gibi. Yağan kirli bir yağmur da diyebilirsin. Kendi sesinde olan bir rüzgar ama hep uğultusu aynı vadide kalan.
Kim yazabilmiş ki geceyi, kim görmüş gecenin gözlerinde ki öfkeyi veya kollarında sevgiyi. Kim düşerken bir uçurumdan, uçurumu sevmiş, sevdasında kalmış bir uçurumun. Yalnızlığına dokunan yalın bir düşü kim görmüş yıllarca her gece rüyalarında. Yaşamıma, tam da orta yerine saplanan bir bıçak gibi incitmeden canımı, acıtmadan usul usul beni öldürüyordun. Odamın duvarlarına sürdüğün kendi hayatının soluk rengi bıçağın izinde. Eski fotoğraflardan kalma yüzünde bir gülümseyiş. Bu kadar kirli olan neydi aslında ömrümüzde, biz mi kirliydik yoksa. Biz mi sevmeyi bilmiyorduk yoksa sevgi denen şey hiç mi yoktu. O zaman nasıl olurda sevgi sözcüklerini pervasızca sarf ediyorduk birbirimize. Yalınlığından hiç bir şey kaybetmeden kirli hayatımızda nasılda süslü duruyorlardı. Bir toz zerresi kadar küçükte olsa.
Her sokak başında durup öpüşen aşıklar gibi aşkı da biz öldürdük belki de. Ne çok soru vardı aklımda ne çok yanılgı. Yalnız kalınca insan kendine bile eskiyor yüzü. Eskimeyen yalnızlıkta. Sakla sen çocuk sevgilerini. İyimserliğini sakla. Bu dünyabelki de her daim dediğin gibi sana göre değil...

Maria Puder ve Raif

Kürk mantolu Madonna dedikleri şu Raif' in deli gibi aşık
olduğu sarışın kadın Maria Puder. Raif Efendi, trajedi kelimesinin karşılığıdır aslında tam olarak anlam karşılığı. Ve de Maria Puder'ler daima gitmeye meyillidirler. Raif olabilmek öyküde bile bu kadar zor gelirken insana kendini onun yerine koyduğunuzda ve hissettiğinizde; gerçek hayatta nefes alabilmek Raif gibi yaşarken ölümü duyumsamak gibi. Etrafınızda Raifler ve Marialar varsa gözlerinde ki ve ruhlarında ki hayatın yorgunluğuna biraz olsun ortak olun. Onlar iyi yürekli güzel insanlar. Raif gibi aşkının peşinden gitmek isteyip gidemese de Maria gibi ölümü güzelleştiremesede. 

24 Eylül 2012 Pazartesi

Elimdeki Toprak


Elimde ki toprak soğuk, yağmur sıcak, yüzünse sımsıcak. İki koca dünya, iki ayrı dünya ayrılıklar toplamında, bilinmez bilinemez bir hıçkırık iki boğazda düğümlenmiş. Bu sarhoşluğum ne alkolden ne de özlemlerimden. Ne kadar da soğuktu bu yağmur bahardan önce şimdi ne kadar da sıcak. Hep kırılmışlıktan bahsediyorsa sözlerimiz elbette bir bildiği vardır bilinen bu acılar toplamında. Nasıl bir büyüydü bu sesinde ki ve ezgisi sesinin. Sesini her duyumsamamda kesik camlar üzerinde yürüyorum. Kırılmışlığının bütün parçaları cebimde, ellerim de. Avuç içimde tutuyorum bütün cam kırıklarını, belki bir gün geri istersin diye. 
Bu yosunsu bu yağmursu geçmişin izlerini nasıl silebildik, ellerimizde hala kokusu dururken. Ve bir ilkbahar intiharımıydı yoksa yok saydığımız gönlümüze. Sen yine inceden gülümse, sen güzelliğindeki her şeye. Yangındır bilmez miyim sustuğun ne varsa, yangındır aslında. Bir o kadar da kırıktır bilmez miyim hiç yangınlarında kaçarken vurduğun dört bir yana. En incesinde o sesin değil midir, uçurum sessizliği ve biraz uçurum değil midir yaşamın kenarı en kuytusunda saklandığımız hayaller ardı. Birazda hüzündür, gör
düğümüz her damlasında. Neden ve  nedendir, bu içimde büyüyen kış. Orman soğuğu gibi ay ışığı
O gece;
Yol iyice uzamıştı, sokak ışıkları 
karabasan gibi üstüme gelen bir geceydi sanki. Cebimde ki pakette kalan tek sigaram. Birkaç bozuk para. Kirli bir mendil. Kendi içinde kaybolmuş bir insanın sahte kimliği ve sana getirdiğim hiçliğim. Aslında biri gelse hepsini savurmaktı isteğim yüzüne. Gözlerimde hep yüzün suhuleti, hıçkırarak ağlıya yasım geldiği her an.

Ne kadar da öfkeliydim sana, Ne kadar da... 
Yürüdüm, yürüdüm. Yetmedi öfkeme bu dar sokaklar. Parmaklarımı duvarlarına süre süre geçtiğim evler yarım kalan çocukluk hatıralarım gibi sessizKendini kaybeden bir okyanus. Hangi sokağa adım atsam bir o kadar uzaklaşıyordum senden, bir o kadaryakın soluğuna. Sonra durdum sokağın başında.
Son sigara cebimde. Ateşim yok. Aşkımız mıydı ürken yoksa, bulamadığım ateş mi sigaramı yakamadığım. Nerden geçtiğime bakmadan, geri döndüm bütün 
o dar sokaklardan.Bir sokak lambasının altında direğe yaslandım.
Durdum
 tekrar, düşündüm yeteri kadar.İçimdeki tüm acıları,ayrılıkları ve dekızgınlıkları toparladım. Dönmedim amasana sırtımı. Sanki yokluk vardı sırtımda, üşüyordum. Yeniden kapına geldim, eskikapımıza. Milyon kere gitti elim kapıyasonra her seferinde usulca geri geldi.Cebimde duran anahtarımı bile düşünmedim. Bir süre merdivende oturdumson basamağının kenarı kırık, kırıklığım. Sonra yanağımı dayadım kapına, eski aklımdaki kapımıza. Soğuktu. Sanki daha da soğumuştu. Sürgün oldu yüreğime kahverengiliği gidip geldim. Hala orada mıydın bilmiyorum. İçeride olmanı o kadaristiyordum ki tüm korkumla. Eskiden olduğu gibi belki sevdiğin o tütsüleri yakıp en hüzünlü şarkılarını dinliyordun gözlerinin daldığı geniş ağızlı şarap kadehinde.Ayaklarında sokak satıcılarından aldığımız o tavşanlı terlikler vardı belki de.
Belki unutuyordun yavaş yavaş bizim olan bize ait ne varsa. Yanağım hala soğuk kapıda, kapımızda. Gözlerimi kapadım. Sonra 
yavaşca düştü damlalar.

Belki o sese açtın , boğazımdaki hıçkırık düğümü.
Yine o muhteşem gözlerinin ormanı, yağmurlu
 mevsimlerini terketmeyen. Yine gece saçların. O benim sevgi yumağım, eskiden her sabah yüzüme dolanan, özensiz, güzel kokanÜstünde en sevdiğim resmindeki pijamaların, kırmızı. Karşılaşınca göz ölümleri yaşadık, kaç kez doğduk kaç kez öldük ? Yoksa çoktan ölmüşmüydük. Hiç konuşmadın. Konuşmadım, konuşamadım. Odadaki yalnızlık çökmüş bütün anılarımızı,süpürürcesine kapandı kapı ve biliyordum ki artık kapımız değildi.
Hiç konuşmadık, konuşamadık.
Ara sıra karşılaşan gözlerimizi olanca hızla başka yönlere, yanan mumlara kaçırıp, gizlediğimiz gözyaşı.
 Oysaki neyi kimden gizliyorduk. Nasılda bir anda iki yabancıya dönüşmüştük. Kim di kanatlarımızı acımadan kıran, neydi ya da nedendi. Kim görmüştü sessiz öpüşmelerimizi. Gözlerimiz açık sevişmelerimizi. 

İlk Sözcük ;
- Nasılsın
demen ile üzerimize çöken o daha da ağır sessizlik, küflü. Parmaklarını 
saçlarına dolayıp oynamaktan vazgeçmemiştin hala otururken. Sanki bin yıl olmuş gibi ayrılığımız.
- Şarap
demen ile yine, yeniden üzerime çöken ağırlık, ezilmişliğim.
 Oysaki bilirdin kadehim ince uzundu. Beyaz peynir yanı
Bu yanık kokusu, kirlenmemiş geçmişimizde.
Başını öne eğmiş, ne düşündüğünü düşünen ben. En küçük hareketinde gözlerimi kaçırdığım. Belki hiç olmayacak, daldığım yeni hayaller. Gece uzundu, saatler geceden de uzun.
Benim aklımda hala martılar, sana gelmeden taşlayıp lanetler yağdırdığım martı yalnızlığım. Son sigaram. Elim bilinçsizce gitmişti, bilmeden uzanmıştım senin yanan sigarana. Hiç son bulmayacakmış gibi bakışın, çektiğim nefesime sigarandan.
Oda loştu, biraz dağınık. Anılar toplamı, ayrılıkl
ar. Biraz da küfürbaz aslında. Odada ne varsa soluktu gözüme.. Sevginin adı ne güzelde değişiyordu ayrılıkta, keder. Yangın yeri gibi darmadağın bütün benliğim, aklım. Bilinçsizlik bu olsa gerek.
Radyo da yine sevdiğin şarkılarBenim içimde yine kırık kanatlı kırlangıç sürüleri, umutsuzca.
Oysa biz neler yaşamıştık bu şehrin gecelerinde. İyimser duygular çoktan gitmiş ve ne kadar sürecekti bu sessizlik.
Sabah olduğunda belki yeniden günaydın diyecek sesini 
arayacaktım.


Son kadeh ;
Solduğun bu gece, solan geceydi aslında ;

- Neden geldin
- Özledim
- Neden
- Belki
- Belki ne
- Belki
- Belki ne
- Kısa bir öykü değildi bu aşk
-
-
- Geldim ben yüzün süz yapamam
- Geldin çünkü görmek için
- Neyi
- Göz yaşlarımı
- Ben sana getirmedim
- Ama ağlamışsın
-
- Benim acılarımı belki bilemezsin. Ama ben seninkilerin en derinindeyim. Bu sokaktan 5 kez geçtin. Yanağını yasladın kapıya, bende yasladım. Ağladın, bende ağladım. Benimde canım acıyor. Senin kinin
acıdığı kadar. Bu son kadeh
-

Konuşmadım hiç
- Gözlerindeki bu buğu. Gözlerinde ki bu acı... Yarın gidiyorum bu şehirden. Yoksa boğulacağım
- Git me
Diyemedim sana.


Anlayamadım acılarını. Sanki benimdi bütün acılar. Yanıma gelip yanağıma değen bu ten. Bütün bildiğim kelimeleri ezberimden silen, suskun bir fırtınada martı çığlığı gibi, hep inceden ve derinden yaralı bu ten.. Nasıl anlam veremedim nasılda umarsız kalmıştım. Neden dokunamadım.
Neden senin nehrinde kaybolamadım.
- Şimdi git
- Nereye
- Nereye olursa, ama git
- Canım acıyor
Sesin ses olmadığı her adımımla yürüdüm kapıya uzandım. Arkamda duyduğum bütün anıların 
kırılmaları, dağılmaları.
Bende yanak ıslaklığı. Yolculuklara çıkmak
Yanağımı duvara yasladım, kapının yanın
da. Ayakkabılarım ayağımda. Eski akşamlarda çıkardığım.
Hangisini avutacaktım acılarımın ve hangisini seçecektim kim bilir senin olmadığın bu şehirde seni düşüneceğim akşamlarda 
sarhoşluğum ve de lanetler okuyup küfretmek için hiçliğime, sensizliğime
O ses ; 
Artık dışındaydım kapının, kapımızın ve o ses . Ağır, o kadar ağırdı ki o derin sessizlik, hiçlik akşamında kapanan kapının sesi.
Bir daha 
hiç açılmayacak olan.....